AMERICAN GODS
TANRILAR SAVAŞ İSTİYOR!
American Gods’ta Tanrıların savaşı var. Eski ve yeni Tanrıların savaşı. Eski Tanrıların başını Odin çekiyor. Onunla birlikte Votan (Mayaların Savaş Tanrısı) var ama savaşmıyor, kaderini kabul etmiş bir şekilde hayatını sürdürüyor. Bir diğer yanda, Vulcan ve Bilqius var ama Vulcan (Ateş Tanrısı) ve Bilqius yeniye kendilerini kaptırmışlar, sihire kendilerini inandırmışlar. Ostara (Bahar ve Bereket Tanrıçası) bir yalanın içinde yaşıyor. Odin, kendi gibi olan eski Tanrıları, yeniye karşı bir birlik oluşturma mücadelesi içine sokmaya çalışıyor fakat bu mücadele yolu çetin. Kolay olmuyor.
Eski
Tanrılar herkesin bildiği Tanrılar. Çocukluğumuzdaki hikayelere konu olan, bir
akrabamız gibi yakından tanıdığımız, dünya tarihi kadar eski olan Tanrılar.
Peki yeni Tanrılar kim dersiniz? Dijital dünya olabilir mi? Ya da sosyal medya
veya sosyal medyanın kurucuları? Evet doğru bildiniz! Yeni Tanrı, internet!
Sonsuz bir güç! Belki bildiğimiz eski kudretli Tanrıların gücünü bile
aşabilecek bir gücü elinde bulunduran internet! Bizi bir bakışta her şeye
inandırabilecek, önünde sorgusuz sualsiz eğilebileceğimiz ve kendisine
memnuniyetle tapabileceğimiz bir Tanrı…
Görüntü
kalitesi, yönetmenliği, gerçeklik hissini yok eden kurgusu, sarmal olan ve her
yerinden alaycılık ve o alaycılığın içinden ciddiyet fışkıran senaryosu ve IanMcShane’in oyunculuğu özelinde bütün oyunculukları ve karakterleri ile American
Gods’a kendi açımdan yılın dizisi diyebilirim.
Bana
göre 8 bölümü ile birlikte bütünlüklü bir yapıda ve her şeyi ile mükemmel bir
dizi oldu
American Gods. İlk sezonunda Odin’in yeniye karşı olan savaş
hazırlıklarını sindire sindire izledik ve karakterleri iyice özümsedik. Ve
sezon finalinde ise Odin’in ve eski Tanrıların gazabının ne kadar şiddetli
olabileceğini deneyimledik. İkinci sezonunda işlerin artık sarpa sarmaya
başlayacağını ve Tanrılar’ın arasında büyük bir savaşın meydana geleceğini
düşünüyorum. (Kitabı okumadığım için sadece tahminlerimi söylemekle
yetiniyorum.) Böylece ilk sezonun durgunluğu geçecek ve yerine daha fazla
aksiyon ve heyecan yerleşecektir.
Neil
Gaiman’ın 2001 tarihli aynı adlı romanı American Gods, televizyon için Bryan
Fuller ve Michael Green tarafından uyarlanmış. Bryan Fuller ismini duymam zaten
American Gods’a başlamamın ilk ve en etkili sebebi idi. Çünkü Bryan Fuller’i
Pushing Daisies ve efsane dizi Hannibal’dan tanıyordum ve dizi işinde üstat
olduğunu biliyordum. Gerçekten Bryan Fuller elinden çıkan bir dizi izlediğinizde,
şu ana kadar izlediğiniz hiçbir diziye benzemediğini ilk bölümünden itibaren
anlamaya başlarsınız. Yukarıda sırası ile görüntü kalitesidir, gerçeklik
hissini yok eden kurgusudur diye bahsettim. Bunların hepsi Fuller sayesinde
olmuştur. Pushing Daisies ve Hannibal’da bunlara güzel örneklerdir.
Filmin
açılışından bahsedilmeden olmaz. Açılışın her karesinden rengarenk, sisli bir
ortam fışkırıyor ve bu ortamın içinde dinsel öğeler var, bu dinsel öğelerin
içinde ise eski ve yeninin buluşması. Ekşisözlük’ten bir kullanıcının yerinde
bir sözü ile, LSD kafası ile hazırlanmış bir açılış.
Dizide
Amerikan toplumunun inançsızlığından ve manevi dünyasının yoksunluğundan da dem
vuruluyor. Mr. Wednesday bunu birkaç
yerde dile getiriyor. Ya Shadow Moon ile konuşurken ya da düşmanı olan dijital
dünya ile konuşurken. Mr. Wednesday’in amacı bu topluma maneviyat kazandırmak,
eskiden neye inanıyorsa tekrardan ona inandırmaya geri döndürmek. Ve tabii ki, şatafatlı,
kendisine tapılan ve dua edilen, eski görkemli günlerini de geri getirmek
istiyor.
İlgimi
çeken bir başka şey daha oldu. Bu tartışmaya açıktır. Dijital tanrı üzerine
basa basa, sürekli Odin’e karşı savaş istemediklerini belirtiyor. Savaş çıkarsa
kendilerinin kazanacağından emin bir şekilde konuşuyor fakat üzerinde bir
tedirginlik de var. Çünkü dijital dünya savaş nedir bilmiyor. Şu ana kadar
bütün istediklerini zor yol ile değil, yumuşak güç ile gerçekleştirdi.
Karşısındakileri hiç zorlamadı. Onlar kendi istekleri ile geldiler. Belki de
savaş çıkarsa ne yapacağından, sonucun ne şekilde gelişeceğinden emin olmadığı
için savaş çıkmasını istemiyordur.
Daha
önce de yazdığım gibi, unutulmaya yüz tutmuş ve belki de tamamen unutulmuş
Tanrılar var. Bu Tanrıların varoluşları, insanların zihinleri ile birlikte
mümkün. İnsanlar onları düşünürse, dua edip onlardan bir istekte bulunurlarsa,
Tanrılar yaşarlar. Ama ya insanlar Tanrıları düşünmezse, onlara dua etmezse,
isteklerini başka güçler yardımı ile gerçekleştirirlerse? Bunun sonucunda ne
olur? Tanrılar unutulur! Hiç var olmamışlar gibi…
Bu
konu bana Noragami’yi hatırlattı. Noragami bir Japon animesi ve Yato adındaki
sakar bir Tanrının unutulmamak için yaşadığı maceraları konu ediniyor. Gerçekten
eğlenceli, izlerken olabildiğince keyif veren ve eğlendirirken düşündüren
klişesine girmek istemiyorum fakat aşk, kader ve arkadaşlık hakkında düşündüren
bir anime.
Yorumlar
Yorum Gönder