KAYIP HAYALLER KİTABI - HASAN ALİ TOPTAŞ



Hayaller içinde kaybolmuş insanlar, hayallerinin içinde yaşayan insanlar, hayalini bir hayat bilmiş insanlar…



Hasan Ali Toptaş’ın romanlarını okumak benim için her zaman zorlayıcı bir deneyim olmuştur. Ve bir yandan da kafa açıcı.

İlk okuduğum kitabı Gölgesizler adlı romanı idi. Gölgesizler’i okurken, romanın içinde o zamana kadar okumadığım tarzda bir hikayenin bulunduğunu ve o zamana kadar görmediğim tarzda bir şiirsel dile sahip olduğunu sayfaları birer birer çevirdikçe anlamaya başlıyordum. Kitabı okumak ve sonrasında hazmetmek benim için zordu. Neredeyse hiçbir şey anlamamıştım ve aradan belli bir zaman geçtikten sonra kitap, beni tekrardan ellerine al ve okumaya başla diye çağırıyordu sanki. Bu isteğe karşı duramadım ve kitabın içine tekrardan dalmaya karar verdim. Uzun ve yorucu geçen bir tekrardan okuma döneminin ardından elime farklı bir sonuç geçmesini beklerken aşağı yukarı yine aynı hal içinde idim. Gölgesizler romanının içindeki hikayeye her girişimde, oradaki kasabanın içerisinde kayboluyor, kasabadaki köylülerin evlerine konuk oluyor ve her birinin başlarına gelen olaylara bir üçüncü göz olarak dahil oluyordum. Onları anlamaya çalışıyor fakat en sonunda onlar gibi ellerim kollarım bağlı bir şekilde kala kalıyordum. Bütün yaşanılanlar gerçek miydi yoksa bir hayal mi?

Gölgesizler’in ardından, Hasan Ali Toptaş’ın dünyasına daha çok dalma isteği uyandı bende. Heba ve Uykuların Doğusu adlı romanlarını okumayı seçtim. Fakat beklediğim gibi gitmedi. Bu romanlarda da anlayış açısından pek fazla bir değişiklik olmadı. Yine bir hikayenin içine dalma ve yaşanılanlar gerçek miydi yoksa hayal mi ikilemine düşmek…



Bu 3 kitabı okuyuşumun üzerinden birkaç yıl geçtikten sonra tekrardan Hasan Ali Toptaş’ın dünyasının içine dalmaya karar verdim ve başlangıcı Kayıp Hayaller Kitabını okuyarak yapmış oldum. (Belki de yine uzun bir ara vereceğim. Bu sefer farklı nedenler ile olabilir. Hasan Ali Toptaş’ın kendine has dili bazen -bana göre- kendisine zarar verdiği bir düşman yaratıyor. Ortaya çıkan bu düşman okuyucuyu bunaltıp, kitaptan koparabiliyor.)

Diğer üç romandaki olaylar,  bu romanın içerisinde de çok küçük değişiklikler ile yine gözümün önünde canlanmaya başladılar. Kasabanın içerisinde kaybolmak, kasabalıların evlerine konuk olmak veya hayal mi gerçek mi sorularının içinde boğulmak… Ve bu son soru kitabın adında geçen “hayal” kelimesine binaen de daha çok kafa mı kurcaladı.



Şimdi, kitabın olay örgüsünü biraz anlat da neymiş ne değilmiş öğrenelim diyebilirsiniz bana. Evet bunu diyebilirsiniz! Fakat bu olay örgüsünü veya kördüğümünü nasıl anlatacağım konusunda elimden pek de bir şey gelmez her Hasan Ali Toptaş hikayesinde olduğu gibi. Çünkü bir Hasan Ali Toptaş kitabını, dümdüz bir şekilde, sadece kitabın içinde geçen olayları anlatarak nasıl bir hikayeye sahip olduğunu aktaramazsınız karşınızdakine. Kitabın içinde elle tutulur, kendini apaçık belli eden yani anlatabileceğiniz bir gerçeklik bulunmaz. Toptaş’ın kitaplarında hayaller ve gerçekler iç içe geçmiş gibidirler veya Toptaş’ın kendine has olan diline ithafen anlatmak gerekirse, kitabı okuyorsunuz fakat belki de o an da kitap okuduğunuz bir rüya görüyorsunuzdur ve uyandığınızda hiçbir sahnesini hatırlayamayacağınız bir rüya olacak büyük ihtimalle bu fakat içinize olanca şiddeti ile işleyecektir.

Kitap ile ilgili diyebileceğim birkaç şey söylemeye çalışacağım yine de: Kayıp Hayaller Kitabı’nda Hasan adında küçük bir erkek çocuğu var. Hasan, Hamdi adındaki arkadaşının evine her akşam giderek, gaz yağının azalmış ışığı altında bir yandan Hamdi’nin dedesinin kehribar tespiğinin şıkırtıları, bir yandan da Sinemacı Şerif’in makinesinden çıkan pat pat sesleri ile ders kitaplarının içinde kaybolurken –veya hayallerinin- diğer yandan da köyde gelişen olaylara bir bir tanıklık ediyor. Hasan’ın annesi ve babası veya içinde ne olduğunu hiç kimsenin bilmediği torbası ile sokaklarda peşine takılan köpekler ile birlikte bir o yana bir bu yana dolaşan Kevser. İlk başta Hasan ve sonra diğerleri. Hepsi bir hayale tutunmuş yaşamaya çalışıyorlar. Ya da yoksa bütün yaşanılıyor sanılan şeyler Hasan’ın hayallerinden başka bir şey değil mi?


Hasan Ali Toptaş, bir nesne, insan, hayvan veyahut bir olay ne kadar farklı yönü ile anlatılabiliyorsa o kadar, ne kadar şiirsel anlatılabiliyorsa o kadar anlatabilen bir yazı yeteneğine sahip. Diğer yandan da nesnelere veyahut seslere hayat verebiliyor: onları yürütüyor, konuşturuyor, susturuyor ya da zarar verdirtebiliyor.



“Ben baktıkça vahlar yırtıcı kuşlara benziyordu çünkü; bir bölümü annemin çevresinde korkunç bir sessizlikle tur atar, kocaman gölgeleriyle onun ellerine konar, omuzlarına tüner ya da yüzünü acımasız gaga darbeleriyle delik deşik ederken, bir bölümü de tavandaki merteklerin üstüne yan yana sıralanıp fırsat kolluyordu.”
Kayıp Hayaller Kitabı s.130



Hayallerin ve gerçekliğin birbirine karıştığı romanlar yazdığı için, okuyucusuna bunlar ile ilgili sorular da sordurtabiliyor Hasan Ali Toptaş: İnsan hayalsiz yaşayabilir mi? Geçmiş ve geleceğin arasına sıkışıp kalmış, umutlar ile çevrelenmiş, belli belirsiz çevresinde olan olmayan her şeye arzu duymakta olan insan, hayallerine tutunmaktan, onlara konu olmaktan başka neler yapabilir?



“İnsanı sonsuzluğa götürüp getiren bitimsiz sandığımız ve pekala aldandığımız bazı sevinçleri düşünüyordum sözgelimi, budalaca hareketlerden doğan sabun köpüğü neşeleri, rastlantılardan yontmaya alıştığımız gülünesi mutlulukları, yokluğundan yola çıkarak abarta abarta neredeyse kutsallaştırdığımız kof doyumları ve daha birçok akla gelmedik şeyi ve şeyleri kimi zaman aydınlatıp kimi zaman karartan öteki şeyleri düşünüp, bütün bunların kör bir asa sallayışından başka hiçbir anlama gelmeyeceğini kendi kendime bir kere daha tekrarlıyordum.”
Kayıp Hayaller Kitabı s.197



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

En İyi 5 YouTube TÜRKİYE Kanalı

AMERICAN GODS

DOĞU'NUN LİMANLARI - AMİN MAALOUF